Isabelle Filliozat- Ataerkillik üzerine (Kalp Zekâsı kitabından)
“Püritenlik, ister askerî, ister siyasi, ister dinî olsun
her zaman diktatörlüktür. Mevcut ideolojinin kendini ayakta tutmak ve büyümek
için ihtiyaç duyduğu fanatikliği bastırılmış bir cinsel enerji besler,” der
Ernest Borneman. Tüm anaerkil toplumlar barışçıl ve eşitlikçidir. Burada
ne sınıf ne hiyerarşi vardır. Neolitik çağın sonunda özel mülk, hırsızlık,
erkek iktidarı, hiyerarşi ve savaşlar ortaya çıkmaya başlar. İki cins arasında
beş milyon yıl süren eşitlik yerini bir rekabet, fetih ve mülkiyet dönemine
bırakır. Erkek egemenliği mirasla birlikte başlar. Erkek, çocuklarının babası
olduğunun teminatı olan kadının sadakatini garanti etmek için evliliği icat
eder ve şu mesajı verir: “Kadın çocuk yapmak ve kocasına hizmet etmek için
vardır.” Erkek egemenliği kadınlara durmadan bedenlerini yok saymalarını, arzularını
bastırmalarını ve erkek otoritesine boyun eğmelerini emreder. Bu bir noktaya
kadar başarılmış olmalı ki bugün pek çok kadın erkeklerin kendilerine göre daha
fazla cinsel arzu ve ihtiyaçları olduğunu kabul eder. Oysaki fizyolojik
gerçeklik bunun tam tersini söyler. Erkek her orgazm olduğunda boşalır ve
cinsel olarak en güçlü erkek bile en fazla üç dört kez boşalabilir. Öte yandan
kadının “multi-orgazmik” olduğu söylenir. Kadın ne kadar fazla ve güçlü orgazm
olursa o kadar daha fazla olabilir. Ama tanımadığı bir şeyin de eksikliğini
hissetmez. Batıda kadınların “uslu” olması için sünnet edilmelerine gerek
kalmaz çünkü cehaletleri yeterli olur. Kinsey, Masters ve Johnson, ardından
Gräfenberg (ve Ladas, Whipple, Perry) kuyuya pek çok taş atar. Kadın hareketi
kadınları bilgilendirerek ve onların kadın arkadaşlarıyla gerçek anlamda
konuşmalarına imkân vererek kısa bir süre de olsa bedenleriyle uyum içinde
olmalarını sağlar. Ama sonra bütün bunlar unutulur. Kadın bedeni yeniden bir
arzu ve tüketim nesnesi haline gelir.
Yorumlar
Yorum Gönder