From Yalom's Schopenhauer Cure
Anahtar kavram anitya,
geçicilikti. İnsan her fiziksel uyaranın geçici olduğunu kavrarsa, anitya ilkesini hayatla
ilgili bütün olaylara ve tatsızlıklara
aktarmak yalnızca küçük bir adım gerektiriyordu; her şey geçiciydi ve eğer kişi, gözlemci duruşunu koruyabilir ve
yalnızca geçip giden şovu seyredebilirse zihinsel sakinliği
yaşayabilirdi. Birkaç günlük Vipassana'dan sonra Pam beceri kazandıkça ve bedensel
duyularına odaklanmada hızlandıkça bu sürecin daha az zahmetli olduğunu
düşünmeye başladı. Yedinci günün sonunda bütün sürecin otomatik vitese geçtiğini ve tıpkı Goenka'nın tahmin ettiği
gibi, bedenini "süpürmeye" başladığını görüp şaşırdı. Sanki
birisi kafasına bir kavanoz bal dökmüştü ve bal yavaş yavaş ve lezzetli bir
şekilde ayaklarının dibine doğru akıyordu. Heyecan verici, neredeyse
cinsel bir uğultu hissetti, bal
akarken etrafını saran eşek arılarının vızıltısı gibi.
Yinelenen düşüncelerin varlığı, yok olduklarında daha
belirgindi.
Pam şaşırarak iki gündür John’u düşünmediğini fark etti.
Yok olmuştu işte. Bütün bitmek bilmez saplantıların yerini, süpürmenin bal
kıvamındaki tatlı akışı almıştı. Artık yanında kendi zevk kaynağını taşıdığını
fark etmek ne kadar garipti. Bu kaynak, kendini iyi hissedeceği endorfinleri
salgılamak için eğitilebilirdi. Şimdi insanların buraya neden bağlandığını,
neden uzun inzivalara bazen aylarca, bazen de yıllarca katıldıklarını
anlıyordu.
Ama işte sonunda zihnini temizlediğine göre neden sevinmiyordu?
Tam
tersine başarısına gölge düşmüştü. "Süpürmeden" aldığı zevkle ilgili
bir şey düşüncelerini karartıyordu. Bu bilmeceyi düşünürken hafif bir uykuya
daldı ve kısa bir süre sonra garip bir rüya görüp uyandı. Kısa bacaklı,
silindir şapkalı ve bastonlu bir yıldız, zihninin sahnesinde step dansı
yapıyordu. Dans eden bir yıldız! Bu rüya imgesinin ne anlama geldiğini çok iyi
biliyordu. Kendisi ve John'un paylaştığı ve sevdiği bütün edebi özdeyişler
içinde en sevdiği, Nietzsche'nin Zerdüşt'teki şu sözüydü:
"Dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın içinde bir kaosun
olmalıdır."
Elbette. Artık Vipassana'yla ilgili ikircikli duygularını
anlayabiliyordu.
Goenka doğru söylemiş, gerçekten vaat ettiği şeyi
sunmuştu. Zihinse sükûnet, dinginlik veya sık sık sözünü ettiği gibi
"denge". Ama bunun bedeli ne
olmuştu? Eğer Shakespeare, Vipassana'ya katılsaydı Lear ya
da Hamlet doğar mıydı? Batı kültüründeki o şaheserlerin hiçbiri yazılabilir miydi?
Chapman'ın dizeleri aklına geldi:
Gecenin ruh halinde demlenmeyen
hiçbir kalem edebi bir şey yazamaz
Gecenin ruh halinde demlenmek (büyük yazarın görevi buydu), kendini gecenin havasına
bırakmak, sanatsal yaratım için karanlığın güçlerini kullanmak. Yüce karanlık yazarlar Kafka, Dostoyevski, Virginia
Woolf, Hardy, Camus, Plath, Poe insanlık durumundaki trajediyi başka nasıl aydınlatabilirlerdi? Kendini hayattan
soyutlayarak, arkasına yaslanıp geçen gösteriyi seyrederek
yapamazlardı bunu.
Yorumlar
Yorum Gönder