Kayıtlar

Isabelle Filliozat- Ataerkillik üzerine (Kalp Zekâsı kitabından)

“Püritenlik, ister askerî, ister siyasi, ister dinî olsun her zaman diktatörlüktür. Mevcut ideolojinin kendini ayakta tutmak ve büyümek için ihtiyaç duyduğu fanatikliği bastırılmış bir cinsel enerji besler,” der Ernest Borneman.  Tüm anaerkil toplumlar barışçıl ve eşitlikçidir. Burada ne sınıf ne hiyerarşi vardır. Neolitik çağın sonunda özel mülk, hırsızlık, erkek iktidarı, hiyerarşi ve savaşlar ortaya çıkmaya başlar. İki cins arasında beş milyon yıl süren eşitlik yerini bir rekabet, fetih ve mülkiyet dönemine bırakır. Erkek egemenliği mirasla birlikte başlar. Erkek, çocuklarının babası olduğunun teminatı olan kadının sadakatini garanti etmek için evliliği icat eder ve şu mesajı verir: “Kadın çocuk yapmak ve kocasına hizmet etmek için vardır.” Erkek egemenliği kadınlara durmadan bedenlerini yok saymalarını, arzularını bastırmalarını ve erkek otoritesine boyun eğmelerini emreder. Bu bir noktaya kadar başarılmış olmalı ki bugün pek çok kadın erkeklerin kendilerine göre daha fazla cinsel

Mark Z. Danielewski's House of Leaves

Resim
What kind of an awakening is this? "This much I'm certain of: it doesn't happen immediately. You'll finish and that will be that, until a moment will come, maybe in a month, maybe a year, maybe even several years. You'll be sick or feeling troubled or deeply in love or quietly uncertain or even content for the first time in your life. It won't matter. Out of the blue, beyond any cause you can trace, you'll suddenly realize things are not how you perceived them to be at all. For some reason, you will no longer be the person you believed you once were. You'll detect slow and subtle shifts going on all around you, more importantly shifts in you. Worse, you'll realize it's always been shifting, like a shimmer of sorts, a vast shimmer, only dark like a room. But you won't understand why or how. You'll have forgotten what granted you this awareness in the first place ... You might try then, as I did, to find a sky so full of stars it

Schopenhauer, Can Sıkıntısı Üzerine (Irvin Yalom)

"Peki can sıkıntısıyla ilgili en korkunç şey nedir? Neden aceleyle can sıkıntısını gidermeye çalışırız? Çünkü bu, varoluşla ilgili tatsız gerçeklerin (önemsizliğimiz, anlamsız varoluşumuz, yok olmaya veya ölüme doğru önlenemez şekilde ilerleyişimiz) kısa süre içinde ortaya çıktığı, dikkat çelicilerin olmadığı bir durumdur. Bundan dolayı insan hayatı sonsuz bir isteme, tatmin olma, can sıkıntısı ve sonra yeniden isteme döngüsünden başka nedir ki? Bu bütün canlı türleri için geçerli midir? Durumun insanlar için en kötüsü olduğunu söylüyordu Schopenhauer çünkü zekâ arttıkça acının yoğunluğu da artmaktadır."

Wisdom Is You, You are Ding an Sich (Schopenhauer's Critique of Kant)

Resim
Schopenhauer "kendinde olan şey"i ( ding an sich ) hiçbir zaman bilemeyecek olma mızı kabul etmesine rağmen ona Kant'ın düşündüğünden daha fazla yaklaşabileceğimize inanıyordu. Onun görüşüne göre Kant, algılanan (görüngüsel) dünya konusunda büyük bir mevcut bilgi kaynağını gözden kaçırmıştı: kendi bedenlerimiz! Bedenler maddi nesnelerdir. Zamanda ve uzamda yer alırlar. Ve her birimizin bedeniyle ilgili olağa nüstü zenginlikte bilgisi vardır. Bu bilgi algılarımızdan veya kavramsal aygıtlarımızdan gelen bir bilgi değil doğrudan ve içeriden, duygularımız dan kaynaklanan bilgidir. Bedenlerimizden kavramsallaştıramayacağımız ya da anlatamayaca ğımız bilgileri öğreniriz çünkü içsel yaşantımızın büyük bir kısmı bizim için bilinmeyendir. Bastırılır ve bilince çıkmaları engellenir çünkü daha derinlerdeki doğamızı anlamaya çalışmak (acımasızlığımızı, korku larımızı, hasetlerimizi, cinsel şehvetimizi, saldırganlığımızı, kendimizi aramamızı) dayanabileceğimizden daha f

From Yalom's Schopenhauer Cure

Anahtar  kavram  anitya , geçicilikti. İnsan her fiziksel uyaranın geçici olduğunu  kavrarsa, anitya ilkesini hayatla ilgili bütün olaylara ve tatsızlık lara aktarmak yalnızca küçük bir adım gerektiriyordu; her şey geçiciydi  ve eğer kişi, gözlemci duruşunu koruyabilir ve yalnızca geçip giden şovu sey redebilirse zihinsel sakinliği yaşayabilirdi. Birkaç günlük Vipassana'dan sonra Pam beceri kazandıkça ve bedensel duyularına odaklanmada hızlandıkça bu sürecin daha az zahmetli olduğunu düşünmeye başladı. Yedinci günün sonunda bütün  sürecin otomatik vitese geçtiğini ve tıpkı Goenka'nın tahmin ettiği gibi, bedenini "süpürmeye" başladığını görüp şaşırdı. Sanki birisi kafasına bir kavanoz bal dökmüştü ve bal yavaş yavaş ve lezzetli bir şekilde ayaklarının dibine doğru akıyordu. Heyecan verici, neredeyse cinsel bir uğultu  hissetti, bal akarken etrafını saran eşek arılarının vızıltısı gibi.  Yinelenen düşüncelerin varlığı, yok olduklarında daha belirgindi. Pam şaş